Mimarlar Odası 47. Olağan Genel Kurulu Yapıldı

Yazar- MO İstanbul 25 Eylül 2020 Cuma

TMMOB Mimarlar Odası 47. Dönem Olağan (Seçimli) Genel Kurulu, 18-19 Eylül 2020 tarihlerinde Ankara’da toplandı. Ülke gündeminin kente, mimarlığa, meslek örgütüne, meslektaşlara etkileri kapsamlı bir şekilde değerlendirilerek çözüm önerileri getirildi.

Ülkemizde giderek büyüyen ve boyutları belirsiz salgın ve ekonomik, sosyal ve toplumsal kriz koşullarında gerçekleştirilen ve iki gün süren toplantıda yapılan ortak değerlendirmelerde, gündemde yer alan kapsamlı sorunların üye ve örgüt birlikteliğine dayalı bir dayanışma anlayışı ile aşılabileceği özellikle vurgulanmıştır. Meslek Odamıza ve meslek alanımıza yönelik hukuka açıkça aykırı olan, anti-demokratik baskı ve müdahaleler Genel Kurul’da meslektaşlarımız tarafından dile getirilmiştir.

Genel Kurul tarafından alınan kararla; delege ve üyelerimizin katkılarıyla hazırlanan ve oy birliğiyle kabul edilen sonuç bildirisi aşağıda sunulmuştur:

MİMARLAR ODASI 47. DÖNEM OLAĞAN GENEL KURULU SONUÇ BİLDİRGESİ
19 Eylül 2020

İnsanlık çok zorlu bir süreçten geçmektedir! Küresel kapitalist sistem, derinlikli bir biçimde hissedilen ekonomik, yönetimsel ve sağlık krizleri içerisinde bulunmaktadır. Neoliberal politikaların ürettiği bu krizlerin etkisi ülkemizde de yaşanmakta ve geri dönülmez yıkımlar oluşturmaktadır. Günümüz Türkiye’sinde yaşamak için her alanda mücadele etmek zorunda olduğumuz günler yaşamaktayız ve her geçen gün mücadelenin cepheleri ve zorluğu artmaktadır. Bilimsellikten uzak, bilgi ve birikimi dışlayarak alınan karar yaşamlarımızı giderek zorlaştırmaktadır.

TMMOB Mimarlar Odası 47. Dönem Olağan Genel kurulu COVID-19 salgınına rağmen bu olağanüstü ve zorlu koşullarda toplanmıştır. Hayatın her alanında olduğu gibi salgın sürecinde de günümüz muktedirleri süreci siyasi ve ekonomik kaygılara öncelik vererek yürütmeye çalışmakta ve başta bu zorlu şartlarda canları pahasına çalışan sağlık emekçileri olmak üzere tüm ülke halkı bu iradesizliğin bedelini ödemektedir. Salgın yönetimi şeffaf ve güvenilir şekilde yürütülmemektedir. Hekimlerin ve sağlık emekçilerinin tükenme noktasına geldikleri bu sürecin yönetimi ivedilikle şeffaf ve siyasi iradeden bağımsız bilimsel çalışmalar ışığında yürütülmeli ve gereklilikler yerine getirilmelidir. COVID-19 salgını sürecinin başından itibaren sağlık sistemindeki eksikliklere ve yapılan yanlış uygulamalara dair görüşlerini belirterek; sürece katkı koyan, süreçte alması gerekli sorumluluğu fazlası ile yerine getiren Türk Tabipleri Birliği hakkında yapılan eleştiri ve saldırılar kabul edilemez. Bu sebeple TTB’nin  #YönetemiyorsunuzTükeniyoruz çığlığını buradan bir kez daha hatırlatmayı sorumluluk olarak görmekteyiz.

Gelişen teknolojiler, sanayileşme, nüfus artışı ve göçler, yaşadığımız kentlerin planlama süreçlerini dışlayarak, çarpık ve çok hızlı büyümelerine sebep olmuştur. Yapılı çevrede bu durum, kentsel ve kırsal yoksulluğa ve yerel ve küresel adaletsizliğe, kent haklarından uzak bir mekan üretimine önayak olmaktadır. Kentsel altyapı ve plansız kaynak kullanımı da oluşan bu yoğunlaşma bölgelerinde doğa-insan olgularını arka plana atmış, sağlıksız şehirlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Sanayileşen kentlerde nüfus yoğunluğundaki artış salgın hastalıklar, hava kirliliği, sıkışıklık gibi sorunlar ile birlikte altyapı ve ekosistem üzerinde de ciddi tahribat etkisi yaratmaktadır. Günümüz yaşantısını şekillendiren COVID-19 salgını da kentlerin gelişiminde ve yeniden yapılanmasında uyarıcı özelliktedir.

Bu şartlar altında COVID-19 bizlere gösterdi ki,  yapıların, yaşam alanlarının ve kentlerin niteliği, halk sağlığını doğrudan etkileyen etmenler arasındadır. Kamusal ve toplumsal yarar doğrultusunda, meslek insanlarının yaşam alanlarının tasarlanması sürecinde halk sağlığını da ele almaları ve halk sağlığı uzmanlarıyla çok disiplinli bir tasarım süreci yürütmeleri bir zorunluluktur.

Demokratik yollarla seçilmişlerin, gazetecilerin, hukukçuların, sanatçıların, mimarların, mühendislerin, doktorların, öğretim elemanlarının yani her alanda mesleğini etik ilkeler doğrultusunda yapmaya çalışan tüm bireylerin hukuksuzca yargılandığı, tutuklandığı, KHK’lar ile tüm haklarının ellerinden alındığı, insan haklarının ihlal edildiği hatta yok sayıldığı, cinsiyetçiliğin iktidar mekanizmalarıyla yeniden üretildiği, yolsuzluğun yönetsel araç haline getirildiği, ekonomik ve sosyal krizin boyutlarının toplu intiharlara vardığı süreçlerde iktidarın yaptığı yasadışı kayyumlar üzerinden yönetim baskısı, meslek örgütleri üzerinde ki yasal düzenleme baskısı, Barolar üzerinde yapılan düzenlemelerin TMMOB üzerinde getirilme baskısı ve seçim sistemi üzerinden yapılmak istenen değişiklikler kabul edilemez.

Avrupa Konseyi’nin ve kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin İstanbul Sözleşmesi, ciddi bir insan hakları ihlali oluşturan bu sorunu en kapsamlı şekilde ele alan bir uluslararası anlaşmadır. Bu tür şiddete, sıfır tolerans gösterilmesini hedeflemektedir ve Avrupa ile onun sınırlarını da aşan geniş bir alanda daha güvenli yaşanabilmesini sağlama yolunda önemli bir adımdır.

Şiddetin önlenmesi, mağdurların korunması ve şiddet uygulayanların adalete teslim edilmesi, bu sözleşmenin temel taşlarını oluşturmaktadır. Kadınlara yönelik şiddetin kökleri, toplumda erkek ve kadın arasındaki eşitsizliğe dayanmakta ve bir hoşgörü ve inkâr kültürünün sonucu olarak sürdürülmektedir. Her alanda ve bölgede emekçilere yönelik kutuplaştırıcı, ötekileştirici ve toplumsal barışı zedeleyecek şiddet girişimlere karşı birlikte ve bütüncül bir mücadele yükseltilmelidir. Yine her alanda, ama özelinde inşaat sektöründe yaşanan işçi cinayetleri acilen önlenmeli ve gerekli tedbirlerin alınması için çalışmalar yürütülmelidir.

Kentsel dönüşüm adı altında çok ciddi ekonomik bir politika yaratılmaya çalışılmaktadır. Dönüşüm kaçınılmaz bir süreçte ve olumlu bir yansımayla gösterilmektedir. İçi boş, bölge halkını kimliksizleştiren projeler süslenerek, insanların gözleri boyanmakta, ancak bölgenin esas sahibi olan halk kimliksizleştirilmekte ve etkisizleştirilmektedir, emekçi mahalleleri tamamıyla büyük firmaların ellerini ovuşturdukları mekânsal bir rant alanına dönüştürülmektedir. İstanbul başta olmak üzere tüm ülke, adeta parsel parsel gettolaştırma sürecine doğru yönlendirilmektedir. Değerlenen arazilerin sermayenin elinde meşrulaştırılabilme süreçlerinin yaşatılmaya çalışıldığı bir dönem gözler önüne sergilenmektedir. Çıkar grupları, ranttan kendilerine düşen geliri misli misli almakta araziler hızlıca metalaştırılmaktadır.

Hasankeyf’ten Galata Kulesi ve çevresine, AOÇ’den Saraçoğlu’na, İller Bankası Binası’ndan Bedrettin Mahallesi’ne, Tarlabaşı’ndan Okmeydanı’a, Kaz Dağları’dan Munzur Gözeleri’ne ve Salda’ya uzanan tahribatlar, saldırılar ve bunlara karşı bütüncül toplumsal mücadele sürmektedir. Giresun’da yaşanan sel felaketinin sebebi olarak ülkenin genelinde yapılan yanlış kentsel politikalar, HESler sonucunda geniş bir yelpazede oluşan hatalı uygulamalar ve gerçekleşen kentsel müdahaleler ciddi boyutlara gelmektedir. Tüm bu süreçlerde halk etkisizleştirilmekte ve bölge yabancılaştırılarak, gücün hegemonyasına terk edilmektedir. Bu bir değiştirme ve dönüştürme politikasıdır. Bu değişim de tarih ayaklar altına alınmakta, kurullar lav edilmekte, sivil toplum ve meslek örgütleri etkisizleştirilerek gerçekleştirilmektedir. Kamu kaynaklarının siyasi erk eliyle mekânlara yapılan değişimlerle, yandaş şirketlere, tarikat ve cemaatlere devredilerek zarara uğratılmaktadır. Özellikle son süreçlerde gerçekleştirilmeye çalışılan kültür mirası ve yapıların diyanete devri üzerinden kentin görsel belleğine ve kent hafızasını silmeye yönelik çalışmalar asla kabul edilemez.

Sayıları hızla artan mimarlık okulları ve buralardan mezun olan gençlerin işsizlik sorunları derinleşirken, inşaat sektöründe projelendirmeden üretime kadar tekelleşmenin dayatıldığı süreç, iş dağılımındaki adaletsizliği tetiklemekte ve mesleğimizin yapılmasını engellemektedir. Dolayısı ile meslektaşlarımızın çalışma alanlarını daraltmaktadır. Tüm bu sebeplerden kaynaklanan nesnel koşullar, meslektaşlarımızın hayattan ve meslekten beklentilerini karşılayamamaktadır. Bunların yanında, sosyal medyada mesleğin niteliğine aykırı iş, eğitim, çalışma, tasarım ve proje ilanları ve mesleği küçük düşürücü bildirimler ve paylaşımlar asla kabul edilemez.

Pandemi süreciyle birlikte tüm yukarıdaki krizler ele alındığında, hepimizi zorlu bir mücadele dönemi beklemektedir. Toplumsal dayanışma, birlik ve beraberliğin yanında, bilimselliğin ışığında umudu daha fazla örgütlemek hepimizin tarihsel görevi olacaktır. Bize kalan toplumsal mücadele mirası, toplumun hizmetinde olma sorumluluğu ve kamu yararını gözetme tutarlılığı bizlere yol gösterecektir. TMMOB Mimarlar Odası 47. Dönemi Delegasyonu olarak, özgür, bilimsel ve demokratik ortamların çoğaltılması adına toplumun ve mesleğimizin haklarının saygınlığını zenginleştirmek için kesintisiz bir biçimde ve dayanışma içerisinde çalışacağız.

TMMOB MİMARLAR ODASI 47. OLAĞAN GENEL KURULU

Yazar- MO İstanbul 25 Eylül 2020 Cuma