Kaçak Yapılaşmaya Getirilen İmar Afları Afet Risklerini Arttırıyor!

Yazar- MO İstanbul 17 Ağustos 2018 Cuma

17 Ağustos 2018

Ülkemizde; Cumhuriyetin ilk yıllarında modern planlama ve mimarlık uygulamaları yoluyla biçimlenen kentlerimiz, ilerleyen yıllarda izlenen ekonomik politikaların sonucunda önce göç, kaçak yapılaşma ve gecekondulaşma; ardından imar afları, kentsel dönüşüm ve yenileme süreçleri ile bozulmuştur.

Kırdan kente göç ile başlayan kaçak yapılaşma; ilk olarak hazine arazilerinin işgaliyle başlamış daha sonra tarım alanlarına, kıyılara, ormanlara, meralara, yaylak ve kışlaklar ile doğa koruma alanlarına doğru genişlemiştir. Ancak bugüne kadar, yetmiş yıl içinde on iki kez çıkarılan imar affı ile yapılı çevrenin kaçak ve kanunlara aykırı yapılaşmayla biçimlenmesi adeta kamusal politika haline gelmiştir.

1950’li yılların başında köylüler kentlerde gelişen sanayinin ucuz işgücü haline gelmiş ve kentlerimizde gecekondulaşma başlamıştır. Bu dönemde, 1948 yılından 1966 yılına kadar; gecekondu yapımının önlenmesi, ruhsatsız yapıların yıktırılması, bina yapımını teşvik gibi gerekçelerle altı kez imar affı getirilmiş, kaçak yapılar affedilmiştir.

1980’li yıllarda tüm dünyada ekonomik sistemde yaşanan neo-liberal değişim ile kentsel alanlar sermaye üretim aracı olarak belirlenmiş; kentsel rantı kamu yararı önceliğinin yerine alan merkezi ve yerel yönetim politikaları egemen olmuştur. 1973 yılından 1988 yılına kadar altı kez daha “kanunları binalara uydurmak” üzere imar affı çıkarılmış, kamu yöneticileri kaçak yapıları affetmiştir.

1999 yılına gelindiğinde ise ülkemizin son yüzyılda yaşadığı en büyük kayıplara neden olan Marmara ve Düzce Depremleri yaşanmış; bu felaketlerde, yıllar boyunca çıkarılan kanunlarla affedilen yapıların çoğu yıkılmış, binlerce yurttaş hayatını kaybetmiştir.

Milat olarak kabul edilen Marmara Depremlerinden 12 yıl sonra 2011’de Van’da meydana gelen deprem; kentlerimizde kentsel dönüşüm ve yenileme sürecini başlatan “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun”un yürürlüğe sokulması için bir gerekçe olarak gösterilmiş ve uygulama sorumluluğu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na verilmiştir.

Ancak geçen sürede kentlerimiz afetlere karşı hazırlanmadığı gibi Bakanlık ve TOKİ tarafından yürütülen dönüşüm amaçlı proje ve uygulamalar, bilimsel şehircilik ve planlama ilkelerine uymadığı gibi, kamu yararına aykırı rant amaçlı uygulamaların önünü açmıştır. Ne kentlerimizde ne de kırsal alanlarda bütüncül bir yaklaşımla afet riskini azaltmak, gelecek nesillere sağlıklı ve yaşanabilir bir yapılı çevre bırakmayı hedefleyecek hiç bir gerçekçi proje üretilmemiştir.

On altı yıldır devam eden siyasi iktidar, var olan kentsel düzen içinde egemen sermaye sınıfları ile işbirliği yoluyla ekonomik sürekliliği sağlamaya odaklanmış, tüm bu alanlarda yapılaşmanın önünü açacak yasal düzenlemeleri getirmiştir. Kentler ve kırsal alanlar, tabiat varlıkları, koruma alanları, ormanlar, kıyılar, milli parklar, doğal sit alanları, meralar, yaylalar ve kışlaklar; taşıdıkları doğal ve kültürel değerlerle birlikte hızla, yıkımın ve plansız yatırımların şantiyesi haline gelmiş; mesleki hak ve yetkiler kısıtlanıp meslek mensupları dışlanarak sağlıklı ve güvenli yapı üretim sürecinin koşulu olan nitelikli mimarlık ve planlama hizmetleri engellenmiştir. Kısa zamanda ve çok sayıda yapı üretilmesi baskısıyla kentlerimiz, deprem ve tüm diğer afetler karşısında güvencesiz hale gelmiştir.

1999 Marmara ve 2011 Van Depremlerinin ardından bugüne kadar gündeme gelmeyen imar affı; 2018 yılı başında seçim sürecine girilen günlerde kıyı alanları, tarım arazileri, orman alanları, içme suyu havzaları ve tarihi, doğal, arkeolojik sit alanları üzerine inşa edilen bina ve tesisler dâhil olmak üzere, bütün kaçak yapıları yasal hale getirmek üzere imar barışı adı altında yeniden yürürlüğe sokulmuştur.

Devletin kamu adına denetim sorumluluklarını yok sayan bir anlayış ile sermaye odaklı ve finans merkezli ekonomik yapılanmaya dönük değişime yol verilmiş; kentsel alanlarda sermaye ve rant paylaşımını merkezi ve yerel idarelerin karar mekanizmalarına bağlayan, çoklu imar uygulamalarına izin veren mevzuat yeniden düzenlenmiş; yapı denetimi özel sektöre devredilmiştir. Kamusal ve hukuki denetimi yok sayan bu düzenlemelerle ilgili; meslek kuruluşları, üniversiteler ve hatta kamu kurumları tarafından düzenlenen raporlar göz ardı edilmiştir.

Güvenli ve sağlıklı yapılaşmanın güvencesi olan kamu denetimini ortadan kaldıran politikalar ve gerekli tedbirlerin alınmaması ülkemizde bugüne kadar pek çok yurttaşın hayatına mal olmuş ve olmaya devam etmektedir. Gelinen aşamada sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir bir yapılı çevre için, toplumsal duyarlılık en önemli güvence haline gelmiştir.

Afet ve afet sonrası süreçlerin yönetimi hakkında geliştirilecek politikaların bilim insanlarını, meslek odalarını, akademik kuruluşları ve ilgili tüm kesimleri dikkate alarak oluşturulması, toplumsal ve yönetimsel hafızanın korunarak gelecek kuşaklara aktarılması zorunludur. Yaşanan yıkım ve kayıplara sebep olan rant odaklı planlama, kentleşme ve yapılaşma politikaları terk edilmelidir.

Mimarlar Odası olarak, toplumun tüm kesimlerini, her aşaması ile afet risklerini arttıran bu politikalara karşı bilinçli ve duyarlı olmaya çağırıyoruz. Bu bağlamda doğal afetlerin tahribata ve can kaybına yol açmasının temelinde yer alan, mimarlık ve şehircilik ilkelerine aykırı gerçekleştirilen planlama, yapılaşma ve denetleme süreçleri karşısında mücadelemizi sürdüreceğimizi; bu konudaki deneyim, birikim ve bilgilerimizi kentsel dönüşüm baskısı altındaki kentlerimiz için toplum yararına kullanacağımızı değerli kamuoyumuzla paylaşıyoruz.

TMMOB MİMARLAR ODASI

Yazar- MO İstanbul 17 Ağustos 2018 Cuma