“Estetik; Mimari Bir Dil Olarak, Matematikseldir!… No: 001”

Yazar- Metin Karadağ 3 Ekim 2018 Çarşamba

 

Yazının başlığı bu kez, değinilecek konular açısından taşıdığı tuzaklar nedeniyle ürkütücü oldu, doğal olarak; zaten öyle olması da gerekiyordu. Birden fazla, farklı dil’in; “Esperanto” gibi evrensel ortak bir dil olan matematiğin, evrensel özelliğinden yararlanılmaması düşünülemezdi… Öyle de oldu!…

Özünde ölçü, ölçek gibi evrensel referans anahtarlarını taşıyan matematiğin; farklı alan ya da odaların birbirleri arasındaki tüm kapalı kapıları açamaması da düşünülemezdi.

Verilecek örneklerin konu bütününe uygun olup olmaması gibi bir “ilk tuzak” ise en korkutucu olanı… Daha sonradan “Beni yanlış anladınız” deyip; ardından Kızılderili atasözündeki gibi: “Parmağıma değil, gösterdiği Ay’a bak!…” demek zorunda kalmak da vardı…

Ya da yazının başlığı şöyle de olabilirdi: “Estetik, Matematiksel Olarak; Mimari Bir Dildir…” ya da “Mimari, Matematiksel Olarak; Estetik Bir Dildir…” veya “Mimari, Estetik Olarak; Matematiksel Bir Dildir…” hatta “Mimari Bir Dil Olarak Estetik, Matematikseldir…” olmadı “Matematik, Estetik Bir Dil Olarak Mimaridir…” üstelik “Mimari, Estetik Bir Dil Olarak; Matematikseldir…” dahası “…..” ve daha ötesi “…..” ilh!…;

Farkındaysanız şu an karışık sırada “fraktal korelasyon” örnekleri üzerinden geçtik… Sayısı tüm olasılık sınırlarına kadar artırılabilir de… Ama her bir olasılık konumunun matematiksel ve hatta görsel olarak da geometrik karşılıklarını olduğunu biliyoruz…

“Treoz Nükleik Asit (TNA) Molekülü.” Evrim Ağacı(evrimagaci.org) sayfasından… Yaşamın Başlangıcının Bilimsel Tarihi: Dünya’da Yaşam Nasıl Başladı?…

Ama yine de aynı kilitli kapıları açıp aynı tuzaklardan sağ salim geçebilmek gerekiyordu…

Birlikte “Yanlış kaldırımda cüzdan aramak!…” zorunda kalmamak için; ölçü ve ölçeğin en iyi örneklerinin de yer aldığı matematiksel özlü örneklere sığınmak zorunda kalacağız…

Bilinçli bir estetik arayışı; kavram olarak “estetiğin kendi tarihi içinde” en başından bu yana var zaten; o da “Altın Oran!…”

Matematiğin ilk fark edilişinden, günümüzdeki “Yüksek Matematik” düzeyine gelişine kadar, yol açıcı ve kışkırtıcı bir etkiye ve öneme sahip olan “Altın Oran” aslında; “o çağların ölüm korkusu” karşısında insanların sığınmak zorunda hissettikleri ”ölümsüzlük arayışlarının da, ölümsüzlüğe açılan kapısının da bir ölçeği!…” aynı zamanda…

“Düşünen Adam” heykelini düşünelim; Dante’nin “İlahi Komedya”sındaki  cennet ve cehenneme seyahati anlatan kapının üzerindeki figürlerden bir figür olarak tasarlamış onu heykeltraş Rodin… Bunu “Estetiğin Kapısı’ndan geçip cennete de, cehenneme de gidilebilir…” olarak da okuyabiliriz…

Yıllar önce PC bilgisayarlarının üretildiği fabrikalarda aynı markanın ekran, yazıcı ve hard disc’lerindeki ince ayar(nanometrik) üretim hataları, bir araya getirildiklerinde oluşan “frekans uyumsuzlukları” nedeniyle çalışmamasını “Birbirlerini sevmediler…”)diye adlandırmışlar… Ama bu kez birbirinden farklı ekran, yazıcı ve hard disc’lerle bir araya getirildiklerinde çalışmaları üzerine “Birbirlerini sevdiler…” diyerek “onaylanıp” birlikte paketlendiklerini biliyoruz…

O zamanlarda “milyonda bir olan” hata payı bugünlerdeki gelişmişlik düzeyinde azalarak “milyarlarda bir” hata düzeyine düşmüş olduğunu görüyoruz…

Biraz açmak gerekirse; “Nanometrik ölçüde hata” derken üretilen dijital devre metallerini de oluşturan moleküllerin(ya da atomik boyutta) üretim hataları; “üzerlerinden geçen elektronların sayısal sapmasına yol açacak derecede frekans farkı taşımaları” bize başka alanlarda da düşünce yürütmeye katkı sağlayabilir…

Örneğin Estetik kavramının içine eden; “Zevkler ve renkler tartışılmaz!…” basma kalıp cümlesini kullananların aynı zamanda “Ben yaptım oldu!…” diyerek de “eleştirellik sürecinden kıvırtarak kurtulmalarını” da bu kez “Estetiğin ölümü” olarak da düşünebiliriz…

Bugün, her yanımız “Estetik Mezarlığı” ile çevrili olduğuna göre bunun sorumlusu olan topluluk olarak, “bizler de birer aestetik ölü sayılırız!…”

Estetik, herşeyden önce “Sevgi” ve “Saygı” kavramları arasındaki en temel; yani birinci fark olan “Kişisel/Özel” ve “Kamusal/Genel” arasındaki fark kadar bir fark ile herkese ulaşır!…

“Sevgi” ne kadar “Kişisel/Özel” keyfiyetlere bağlı ise “Saygı” da en azından o kadar, ama tam tersi bir yönde  “Kamusal/Genel” özelliğe sahiptir…

Bu nedenle Estetik, her ne yerde ve yerelde olursa olsun, ”kamusal bir matematik olarak, evrensel değerleri bağrında taşır..”

İsteyen tuvalette bizzat kendi ürettiği kakasıyla kişisel ve özel olarak; yani kendi estetik kaygıları/duyarlılığı üzerinden “kendi çeşitlemelerini geliştirebilir; bu hiç kimseyi ilgilendirmez!…”

Ancak kamusal alanda yer alan herşey/herkes; her şeyden önce ve her türden “Estetik Kaygıya/Sorgulamaya” açık bir biçimde “Saygılı” bir muhatap olarak durmak ve/ya sorumlu olarak davranmak zorundadır!…

Kamusal alanda kendi estetik anlayışı üzerinden; tuvalette ürettiği gibi kişisel keyfiyetlerin etrafa saçılması; herşeyden önce kamu sağlığı, açısından rahatsız edici frekans/lar üzerinden, güneş ışığı aracılığıyla herkese yansıtarak “görünür olması” kabul edilemez!…

Bu nedenle de bir proje, mimari olarak; kamusal alanda var olmadan önce, kamusal estetik anlayışına saygılı olarak irdelenip tartışılabilirlik hakkını elde etmesi gerekir…

Bunun için de zaten  “Mimarlık Eğitimi” gibi “önemli bir eşik” yeryüzünde “Evrensel Eleştirinin kurumsallaşmış hali olan üniversitelerde yer almaktadır…”

Bu arada kalıcı bir soru parantezi açarsak; “Bir mimari yarışmanın jürisi değiştiğinde, sonuçlar birbirinden çok farklı oluyorsa; (ki bu da ancak bir yere kadar doğal sayılabilir! O da ancak “bir yere kadar!…”) yarışmalar sonrasında yapılan kolokyumlardaki sorgulayıcı tartışmaların katkısı, daha da önem kazanmaktadır… Bunu, eleştirinin kurumsallaştırılarak; -tartışılmaz- evrensel bir öze kavuşturulmasının sade bir yolu olarak da düşünebiliriz…”

Sonuç: Kolokyumlardaki “hakikat” ve “gerçek” arayışı için sorgulamalar ve  irdelemeler; gerek ve şarttır!…

Devam edersek; ışığın dalga boyları evrende, kimsenin keyfiyetine göre değil; matematiksel ve fiziksel kurallara göre dağılır, saçılır, yansır ve “hakikati” herkese “gerçek” olarak yansıtır… Herkesin gerçeği algılayışı, içinde bulunduğu konuma göre değişik olabilir ancak bu hakikati değişik olarak yorumlamak hakkını hiçkimseye vermez!…

Duvarda, “üç metre” uzağımızda yürümekte olan sinekten yansıyan ışık ışını bize, “saniyenin yüzmilyonda biri” kadar bir gecikme ile göz merceğimize geliyor demektir. Göz merceğimizden geçip sinir sisteminiz ile beynimizde algıladığımız an’a kadar da yine “saniyenin yüzmilyonda biri” kadar bir gecikme olmuşsa; “kayıp zaman büyümüş” ve “saniyenin ellimilyonda biri” kadar toplam bir gecikmeye yol açmış demektir…

Sineğin görüntüsünü algıladığımız andaki “gerçek hali” ile aynı sineğin yürüyerek gitmiş olduğu yerdeki anın “hakikati” doğal olarak farklıdır…

Eğer aradaki “farkın” farkındaysak, “Estetiği oluşturan bileşenlerin de farkına varabilir; her türden ölçü ve ölçek değerlerini sorgulayabiliriz…”

“Konu At’la Deve değil…” Konu “ölçek, yani matematiksel ayrıntılı bir mimari dil ile okuyabilir ve konuşabilir olup olamamak sorunu…”

Biliyorsunuz yaşamakta olduğumuz gündemin gerçeği hakikaten çok berbat!; biz en iyisi sineğin hakikatini gerçekten izlemeye devam edelim…

Ötesi hikaye…

O zaman gerçekleri, kendi hakikatleri ile örtüştürme çabasında; azimle yola devam…

“Ticari, bekleme yapma!…”

Yazar- Metin Karadağ 3 Ekim 2018 Çarşamba