Ekrem İmamoğlu Üzerinden Yerel Demokrasiye Müdahale

Yazar- Ahmet Erkan 20 Haziran 2025 Cuma

Ahmet Erkan
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik sürdürülen siyasi operasyonlar, yalnızca bir kişinin siyasi geleceğini hedef almıyor; bu saldırıların asıl amacı, halkın sandıkla kurduğu iradeyi bertaraf etmek, yerel yönetimlerde filizlenen demokratik olanakları boğmaktır. Uzun süredir örülen bu kumpas, İstanbul halkının iradesine indirilen sistematik bir darbedir ve Türkiye’de giderek otoriter hale gelen merkezi iktidarın, yerel demokrasiyi mutlak denetim altına alma girişiminin yeni bir halkasıdır.

İmamoğlu’nun adı, uzun süredir muhalefetin olası cumhurbaşkanı adayları arasında zikredilen en güçlü isimlerden biriydi. Bu yalnızca liderlik özelliğiyle değil, İstanbul gibi devasa bir metropolde kurumsal kapasiteyi harekete geçirme becerisi, halkla kurduğu ilişki ve umut veren duruşuyla doğrudan ilişkilidir. Ne var ki, CHP gibi büyük kitle partilerinde tek bir ismin öne çıkması, o kişiyi bir umut haline getirmenin yanında, onu açık hedef haline de getirir. Siyaset arenasında göz göre göre hazırlanan tasfiye senaryoları, bu bağlamda okunmalıdır. İmamoğlu’nun olası adaylığı, iktidarın gözünde yalnızca bir seçim ihtimali değil, uzun vadeli bir güç tehdidi olarak kodlanmıştır.

Bugün yürütülen operasyonların gerekçeleri, kamuoyuna sunulan iddialar ve yolsuzluk söylemleriyle hiçbir şekilde tutarlı değildir. Bir belediye başkanının birkaç yıl önceki personel alımları bahane edilerek itibarsızlaştırılmaya çalışılması, hukuktan çok siyasetin alanına aittir. Asıl amaç, İmamoğlu’nu yarış dışı bırakmaktır. Açıkça görülmektedir ki, bu süreçte kullanılan araçlar; yargı değil, yargının siyasi vesayeti altına alınmış gölgesidir. Kullanılan yöntemler ise bu toprakların çok iyi tanıdığı türdendir: Gizli tanıklar, uydurulmuş ifadeler, kendini kurtarmak için başkalarının üzerine basmayı kabul eden itirafçılar… Türkiye’de sistem, bu düzmece karakterleri üretmekte ustalaşmıştır. Bu figürler, bir rejimin ihtiyaç duyduğu teatral kötüler olarak hep sahnededir. Dün bir başkasına karşı kullanılanlar, bugün İmamoğlu’na karşı servis edilmektedir.

Ancak unutulmaması gereken şudur: Ekrem İmamoğlu’na yönelik bu operasyon, sadece kişisel bir tasfiye değil, halkçı ve katılımcı yerel yönetim anlayışının boğulmak istenmesidir. O nedenle bu süreçte yalnızca İmamoğlu’nun değil, halkın sandıkta kurduğu iradenin, demokratik geleceğin ve eşit yurttaşlık idealinin hedef alındığı görülmelidir. Bu sebeple, başta CHP olmak üzere, toplumun tüm ilerici kesimlerinin bu saldırıya karşı ortak bir duruş sergilemesi rejimin baskıcı zihniyetini durdurma açısından yaşamsal önemdedir. Siyasi ayrılıklardan bağımsız olarak, demokrasiye inanan herkesin, “bu kadarı da fazla” diyerek sesini yükseltmesi gerekir. Çünkü bu operasyon yalnızca bir şahsı değil, hepimizi ilgilendirmektedir.

Yıllardır dile getirdiğimiz gibi, kent yönetimi bir rant aracı değil; halkın yaşamına doğrudan dokunan, ortak akıl ve dayanışma ile yönetilmesi gereken bir kamusal alandır. Bugün merkezi iktidarın elinde bulunan “kayyımcı zihniyet”, yalnızca Kürt illerinde değil, İstanbul gibi devasa metropollerde de halkın iradesine tahammül edememektedir. Çünkü bu anlayışın temelinde, katılımcı demokrasiye değil; yukarıdan dayatılan, halktan kopuk, sermaye dostu bir yönetim anlayışı yatmaktadır.

İmamoğlu’nun hedef alınması, Rosa Luxemburg’un ifadesiyle, “görünürdeki demokrasi maskesiyle yürütülen sınıf tahakkümünün” bir tezahürüdür. Çünkü İstanbul’un yönetimi, sermayenin ellerinden çıkıp halkın ellerine geçtiği ölçüde; baraj altı bırakılan yoksulların, emekçilerin, dışlananların sesleri kent planlarına yansımaya başladıkça, merkezi otoritenin huzuru bozulmaktadır.

Unutmamalıyız ki, merkeziyetçilik yalnızca idari bir tercih değildir; aynı zamanda sermayenin kendi birikim rejimini güvence altına alma aracıdır. Gramsci’nin işaret ettiği gibi, devlet yalnızca bir baskı aygıtı değil; aynı zamanda rıza üretme mekanizmasıdır. İmamoğlu gibi, halkta karşılık bulan figürler, bu mekanizmanın en zayıf halkalarına dokunmakta; yeni bir toplumsal düşün olanaklarını açığa çıkarmaktadır.

İşte tam bu noktada, sosyal demokrat siyasetin yerel yönetim anlayışında da kendisini gözden geçirmesi kaçınılmazdır. Bir belediyeyi kazanmak ya da hizmet üretmek yetmez; halkla birlikte karar alma, mahalle meclislerini işler hale getirme, yerinden yönetimi kurumsallaştırma gibi asli demokratik görevler ancak böyle zamanlarda savunulabilir ve geliştirilebilir. Sosyal demokrasi, yalnızca seçim kazanmakla değil, iktidarın doğrudan halka devredildiği, halkın kendi yaşam alanları üzerinde karar verici olduğu bir modeli kurmakla anlam kazanır. Ne yazık ki, bu yönelimi derinleştiremeyen sosyal demokrat kadrolar, halkın yalnız bırakıldığı kriz anlarında sermaye ve iktidar bloğunun saldırılarına karşı yeterince direnç gösterememektedir.

İşte bu yüzden, Ekrem İmamoğlu’nun hedef alınması, aynı zamanda sosyal demokrasinin halkla bağ kurma biçimlerini de yeniden tartışmaya açmalıdır. Kurumları büyütmek değil, halkı sürece dahil eden bir anlayış; merkezi planlama değil, yerel dayanışma ağları; tepeden tayin değil, yatay örgütlenme… Bugünün Türkiyesi’nde demokrasi mücadelesi, yerel yönetimlerde filizlenmekte ve geleceğin toplumsal tahayyülü de bu zeminden doğmaktadır.

Bu nedenle, Ekrem İmamoğlu’na yönelik saldırılar karşısında verilecek mücadele, sadece bir kişiyi savunmak değil; halkın yönetime katılma hakkını, kentlerin geleceğini, kamusal olanı savunmaktır. Bu, yerinden ve halkçı bir yönetim modelinin inşasına giden yolda verilmesi gereken temel mücadelelerden biridir. “Demokrasiyi yeniden inşa etmek, halkın kendi yaşamı üzerinde doğrudan söz hakkı kazanmasıyla mümkündür.” Bu söz, yalnızca bir idealin değil, aynı zamanda bugünün pratiğinin pusulası olmalıdır. Çünkü mesele, bir koltuğun kimde olacağı değil; o koltuğun halk için mi, yoksa sermaye ve iktidar bloğu için mi kullanılacağıdır.

 

Yazar- Ahmet Erkan 20 Haziran 2025 Cuma