Mimarlık, Toplum ve Adalet: Krizler Çağında Demokratik Katılımcı Bir Gelecek İçin – Örgütlü Mücadeleyle Tekelleşmeye Karşı

Yazar- Ahmet Erkan 18 Kasım 2025 Salı

Ahmet Erkan
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Sekreteri

Mimarlık, sadece beton ve çelikle şekillenen bir meslek değil; bir toplumun hayallerini, dayanışmasını ve adalet arayışını inşa eden bir sorumluluktur. Temmuz 2025’te, Türkiye’nin ekonomik kriz, çevre tahribatı, deprem tehdidi ve toplumsal eşitsizliklerle sınandığı bu günlerde, biz mimarlar bir yol ayrımındayız: Sermayenin çıkarlarına boyun eğen, tekelleşmiş bir meslek pratiği mi seçeceğiz, yoksa kamusal faydayı, eşitlikçi ve ekolojik bir dönüşümü merkeze alan, demokratik katılımcı bir mimarlık mı savunacağız? TMMOB Mimarlar Odası, bu soruya yanıt vermek için biz mimarların ortak mücadele zemini. Ancak şunu net bir şekilde ifade edelim: Sorunlarımız, yalnızca Mimarlar Odası’nın çatısı altında birleştiğimizde, sayısal gücümüzü bilinçli, bilgiye dayalı örgütlenme modelleriyle birleştirdiğimizde çözülebilir. Mimarların örgütlü gücü, hem niceliksel bir ağırlık taşır –binlerce meslektaşımızın bir araya gelmesiyle oluşan bir kitle– hem de ne yaptığını bilen, mesleki birikimiyle stratejik modeller üreten bir irade gerektirir. Örgütlenmeden, tekelleşmenin zincirlerini kıramayız; deprem güvenliğini sağlayamayız; özlük haklarımızı koruyamayız.

Türkiye’nin kentleri, neoliberal kentsel ve planlama politikalarının gölgesinde bir talan sahasına dönüştü. Kentsel dönüşüm projeleri, yoksul mahalleleri yerinden ederek rantı büyütürken, mimarlık mesleği bir varoluş krizine sürüklendi. İmzacı mimarlık sistemi –sınırlı sayıda mimarın binlerce ruhsatı imzalayarak projeleri onaylaması– mesleğimizin etik ve teknik omurgasını çökertiyor. Bu tekelleşme, sadece mimarlık ortamını değil, kentlerimizi ve halkın can güvenliğini tehdit ediyor. Üstelik, ekonomik baskılar ve işsizlik, özellikle genç meslektaşlarımızı etik dışı pratiklere zorluyor. Demokratik katılımcı bir anlayışa sahip olmak, bu krizi aşmak için bir yol haritası sunuyor: Mimarlık, halkın hizmetinde olmalı, tekellerin değil. Ancak bu, Mimarlar Odası’nın örgütlü gücüyle, hepimizin ortak mücadelesiyle doğrudan ilişkili olarak gerçekleşebilir.

Krizler ve Kent

2025 Türkiye’si, ekonomik ve ekolojik krizlerin pençesinde. Enflasyon, işsizlik ve yoksulluk, milyonların barınma, sağlık ve eğitim gibi temel haklarını gasp ederken, kentsel ve planlama politikaları bu adaletsizlikleri katmerleştiriyor. İstanbul, Ankara, İzmir gibi kentlerde, kentsel dönüşüm projeleri “güvenli kentleşme” vaadiyle emekçi mahallelerini yok ediyor; lüks rezidanslar, alışveriş merkezleri yükselirken, parklar, kıyılar ve tarihi dokular sermayenin eline geçiyor. Mimarlar, bu süreçte bir ikilemle yüzleşiyor: Ya sistemin dönen çarkının bir dişlisi olup sessizce imza at, olup bitenleri onayla. Ya da mesleki etikten ödün vermiyorsan dışlanmayı göze al.

Çevre krizi, bu tabloyu daha da ağırlaştırıyor. İklim değişikliği, orman yangınları, su kıtlığı ve seller, yanlış planlamalar kentlerimizi yeniden düşünmeyi dayatıyor. Ancak kentsel ve planlama politikaları, ekolojik yıkımı hızlandırıyor: Kıyıların betonlaşması, yeşil alanların imara açılması, enerji israfına dayalı yapılar. Daha da vahim olanı mimarlık mesleğinin sürüklendiği koşullar nedeniyle bu krizlere yanıt üretememesi. Neden? Çünkü tekelleşme, mesleğin yaratıcılığını, çeşitliliğini ve etik zeminini yok ediyor.

İstanbul’daki rakamlar, bu gerçeği çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Son dört yılda (2021-2024), kentte yaklaşık 27 bin yapı ruhsatı düzenlendi. Şok edici olan şu: Bu ruhsatların yarısından fazlası, sadece 100 mimar tarafından imzalandı! Bu imzacıların çoğu, ekonomik baskılar ve işsizlik nedeniyle bu role itilmiş genç meslektaşlarımız. Yeni mezun ya da birkaç yıllık deneyime sahip bu mimarlar, ekonomik çaresizlik ve meslek etiği arasında sıkışmış durumda. Sürekli eğitimden yoksunlar; güncel deprem yönetmelikleri, ekolojik tasarım standartları veya katılımcı planlama gibi konularda yeterli donanıma sahip değiller. Projeler, adeta bir üretim bandında imzalanıyor; kalite kontrolü, denetim, etik göz ardı ediliyor.

Bu durum yıkıcı sonuçlar doğuruyor. Birincisi, mimarlık ortamında yaratıcılık ve yenilik boğuluyor; genç mimarlar, kadınlar ve azınlık kökenli meslektaşlarımız iş fırsatlarından dışlanıyor. İkincisi, kentlere verdiği zarar: Kalitesiz projeler, deprem kuşağındaki Türkiye’de can güvenliğini riske atıyor. 2023 Kahramanmaraş depremleri, yetersiz denetim ve imzacı tekellerinin bedelini bize gösterdi; İstanbul’da bu 13.500’den fazla ruhsat, sismik standartlara uymayan yapılar, yetersiz zemin etütleri ve ekolojik ihlallerle dolu. Sonuç mu? Kentlerimiz, halkın değil, rantın hizmetinde; deprem anında birer enkaz yığınına dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya.

Demokratik katılımcı bir anlayışa sahip toplum, bu tekelleşmeyi kapitalizmin bir yansıması olarak görür: Az sayıda bireyin, çoğunluğun hakkını gasp etmesi sadece ekonomik bir hak gaspı olarak algılanmamalı. Aynı zamanda toplumun sağlıklı ve gerekli mimarlık hizmeti almasının engellenmesidir de. Genç mimarlar, işsizlik ve ekonomik baskılarla etik dışı imza atmaya zorlanıyor. Bu, yalnızca mesleği değil, halkın hayatını tehlikeye atıyor. Hükümet ve Mimarlar Odası, bu sorunu çözmek zorunda. Hükümet, ruhsat süreçlerini şeffaflaştıran, imzacılık sistemine karşı yasal önlem alarak bu tekelleşmeyi ortadan kaldıran bir tutum almalı ve etik kuralları sıkılaştıran yasal düzenlemeler yapmalı. Ancak Mimarlar Odası, mimarların örgütü olarak, bu mücadelede öncü olmalı. Sayısal gücümüz –binlerce mimarın bir araya gelmesi– ve ne yaptığını bilen, bilgiye dayalı örgütlenme modellerimizle, bu tekelleşmeyi kırabiliriz. Hepimiz bu çatı altında birleşmezsek, sorunlarımız çözülmeyecek.

Demokratik Katılımcı Bir Mimarlık veTekelleşmeye Karşı Adalet

Demokratik katılımcı bir perspektif, mimarlığı halkın ihtiyaçları, katılımı ve eşitliği üzerine kurulu bir disiplin olarak yeniden tanımlar. Bu vizyon, tekelleşmenin tahribatına ve genç mimarların ekonomik çaresizliğine cevap verir; dört temel ilkeye dayanır.

  1. Katılımcı Planlama ve Çoğulculuk: Kentler, elit imzacıların değil, yaşayanların ihtiyaçlarına göre şekillenmeli. Mahalle meclisleri, halk forumları ve kooperatif modelleri, planlamayı demokratikleştirebilir. Tekelleşme, genç mimarların sesini bastırıyor; ekonomik baskılar, onları etik dışı pratiklere itiyor. Mimarlar, halkın sesini tasarıma yansıtan kolaylaştırıcılar olmalı. Mimarlar Odası, dayanışmacı eğitim ve rehberlik programlarıyla genç meslektaşları güçlendirebilir; bu, örgütlü gücümüzün bilgiye dayalı bir modelle büyümesi demek.
  2. Barınma Hakkı ve Özlük Haklarının Güvencesi: Barınma, bir meta değil, temel bir insan hakkı. Türkiye’de milyonlarca insan uygun fiyatlı konuta erişemezken, imzacı tekelleri kalitesiz projeleri çoğaltıyor. Demokratik katılımcı bir mimarlık, yerel malzemelerle, enerji verimli sosyal konutları savunmalı. Ancak bu, mimarların özlük haklarının yasal düzenlemelerle güvence altına alınmasını gerektirir. Emeklilik, sosyal güvenlik, sürekli eğitim ve adil ücretlendirme olmadan, genç mimarlar ekonomik baskılarla etik ihlallere sürüklenir. Hükümet, yasal düzenlemelerle bu hakları garanti etmeli; yoksa tekelleşme ve güvencesizlik sarmalı büyür. Mimarlar odası bu yasal düzenlemeler için gerekli kurulları oluşturmalı, yol haritasını belirleyerek nasıl bir mimarlık ve mimarlık eğitimi istediğini ilgili her kurum ve kişilere sunmalıdır. Bu yol isteklerinin yasalarla güvence altına alınması için gerekli mücadeleyi mimar üyeleriyle birlikte verecek katılımcı demokratik örgütlenmeyi yaratmalı var olan örgütlenmelerini güçlendirmeli.
  3. Ekolojik Sorumluluk ve Deprem Direnci: Kapitalist kentsel ve planlama politikaları, çevre ve deprem riskini artırıyor. Mimarlık, ekolojik dönüşümün öncüsü olmalı: Düşük karbonlu yapılar, yenilenebilir enerji, yerel ekosistemlere saygı. Ancak Türkiye için kritik olan, mimarlığın depreme karşı bir kalkan olması. İmzacı tekeller, ekonomik baskılarla imza atan genç mimarların yetersiz deneyimiyle, bu kalkanı deliyor. 2023 depremleri, bunun bedelini gösterdi. Demokratik katılımcı bir mimarlık vizyonuna sahip olmanın gereği olarak, mimarlığı deprem mühendisliğiyle entegre etmeli; sürekli eğitim zorunlu hale getirilmelidir. Biliyoruz bu söylemlerin çoğu geçmişte yapıldı ve yetkililer tarafından çeşitli mahkeme kararlarıyla iptal edildi. Bu sorunları deprem gerçeğiyle birlikte yeniden gündeme almalı ve çok güçlü bir mücadeleyle tekrar kabul ettirmeliyiz. Bu mücadele anlayışı, halkın can ve mal güvenliğini tehdit eden sağlıksız ve mimarlık hizmeti almamış yapılara karşı halkı korumanın teminatıdır.
  4. Kamusal Alanların Demokratikleşmesi ve Mesleki Etik: Parklar, meydanlar halkın olmalı; özelleştirmeye karşı korunmalı. Toplumsal cinsiyet, engellilik ve çeşitliliği gözeten tasarımlar, bu alanları çoğullaştırır. Ancak tekelleşme, etik ihlalleri normalleştiriyor. Genç mimarlar, iş bulma kaygısıyla rüşvet veya çıkar çatışmalarına itiliyor. Mimarlık, bu çöküşü tersine çevirmeli; oda, etik denetimleri güçlendirmeli. Çalışmaları yürütebilecek örgütlenmeyi yaratmak için örgüt içi demokrasiyi çoğulculuk ve katılımcılığı güçlendirmeli. Demokratik merkeziyetçi anlayışları terk etmelidir.

Bu ilkeler, tekelleşmenin zararlarını onarmak ve tekelleşmeyi ortadan kaldırmak için oldukça önemlidir. İstanbul’daki 27 bin ruhsatın yarısını imzalayan 100 mimar –genç meslektaşlarımız, işsizlik ve ekonomik baskılarla etik dışı pratiklere itilenler– bize şunu öğretiyor: Çözüm, hükümetin yasal düzenlemeleri ve odanın örgütlü mücadelesinde. Ancak bu mücadele, sayısal gücümüzü bilinçli, bilgiye dayalı modellerle birleştirirsek başarılı olacak.

Mimarlar Odası’nın Rolü: Örgütlü Gücün Bilinçli Modeli

TMMOB Mimarlar Odası, mimarların örgütü; bizim ortak sesimiz, mücadele zeminimiz. Ancak tekrar edelim: Sorunlarımız, bu çatı altında birleşip örgütlü bir mücadele vermezsek çözülmeyecek. Mimarların örgütlü gücü, sadece sayısal bir kitleyle değil; ne yaptığını bilen, bilgiye dayalı, stratejik örgütlenme modelleriyle etkili bir irade olabilir. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi olarak, tekelleşmeye karşı adımlar atıyoruz ancak bu adımları çok daha güçlü ve kitlesel hale getirmeliyiz: Ruhsat denetimlerini sıkılaştırıyor, eğitim ve yol gösterici çalışmalarımızla meslektaşlarımızla bir dayanışma ortamı yaratmaya çalışıyoruz. Bu programlarla genç mimarları güçlendirmek, meslek etiğinin güçlendirilmesi ve gerekli çalışmalar için örgütlenme modelleri ve çalışma programlarımızı güçlendirmek amacıyla gereken bütün çalışmaları yapmamız gerektiğinin bilincindeyiz. Eğitim programlarıyla, deprem direnci ve ekolojik tasarımda yetkinlik kazandırmaya devam etmeli, Kentlerin sağlıklı yenilenmesine yönelik bir çok seminer sempozyum yaparken, sağlıksız ve imar rantına dayalı kentsel yenileme projelerine karşı çıkan kent dayanışmalarına gerekli bilgi ve hukuki destekleri arttırmalı, İstanbul’daki kent talanına karşı, halkla dayanışmayı güçlendirmeliyiz.

Oda olarak, tekelleşmeyi kırmak için yetkili kişi ve kurumlarla görüşerek gerekli çalışmaları yaparak, bu tekelleşmeyi mutlaka kırmalıyız. Ancak uyarıyoruz: Hükümet, ruhsat süreçlerini şeffaflaştıran, imzacı mimarlık sistemini engelleyen ve mimarların özlük haklarını koruyan yasal düzenlemeler yapmalarını sağlayacak birlikteliği yakalamak zorundayız. Oda, bu talebi yüksek sesle dile getirecek; ama tüm mimarların örgütlü katılımı olmadan başarı mümkün olamayacağı bilinciyle güçlü bir mimarlık örgütü yaratmak için, paradigmasını net bir şekilde ortaya koyarken, bu paradigma ışığında oluşacak demokratik katılımcı sisteme inana kadrolar yetiştirmek zorundadır. Kadın ve genç mimarların yönetim süreçlerine katılımını artırmak için, zorunlu kotalar koyarak, (örneğin yönetim kurulunda ve bütün çalışma gruplarında kadın mimarların temsil edilmeleri en az %40 olacak şekilde düzenlemelerle) odanın demokratik, katılımcı ve cinsiyet eşitlikçi yapısı güçlendirmelidir.

Geleceği İnşa Etmek: Örgütlü Dayanışma ve Sorumluluk

Mimarlık, bir toplumun hayallerini, mücadelelerini ve umutlarını yansıtan bir aynadır. 2025’te, ekonomik kriz, ekolojik felaket, deprem tehdidi ve tekelleşme, biz mimarlara ağır bir görev yüklüyor: Eşitsizliği derinleştiren, can alan bir sistemin parçası olmak yerine, adalet, dayanışma ve ekolojik sorumluluk üzerine kurulu bir geleceği tasarlamak. İstanbul’daki 27 bin ruhsatın yarısını imzalayan 100 mimar –genç meslektaşlarımız, işsizlik ve ekonomik baskılarla etik dışı pratiklere itilenler– bize şunu öğretiyor: Tekelleşme, yalnızca mesleği değil, halkın hayatını riske atıyor.

Bu, yalnızca yeni binalar inşa etmekle değil; mevcut yapıları dönüştürmek, kamusal alanları savunmak, halkın katılımını merkeze almakla mümkün. Deprem karşısında mimarlık, vazgeçilmez bir kalkan; ama bu kalkan, özlük hakları yasal düzenlemelerle korunan, çoğulcu bir meslekle güçlenir. Hükümet ve oda, bu sorumluluğu paylaşmalı. TMMOB Mimarlar Odası, mimarların örgütüdür; sayısal gücümüzü, ne yaptığını bilen, bilgiye dayalı örgütlenme modelleriyle birleştirmezsek, hiçbir sorunumuz çözülmeyecek.

 

 

 

Yazar- Ahmet Erkan 18 Kasım 2025 Salı