- “Mimarlıkta Kuram Sempozyumu’na Doğru Giderken; “Mimarlar Odası Öğrenci Üye Grupları Arası, Ön Kolokyumlu Mimarlık Eleştirisi Yarışması” Hazırlık Süreçleri…
- Alan memnun, satan memnun…
- “Adalet Güvenceli Hukuk”un Mantığı; “Kamuyasal Toplum”un Matematiksel Özüdür!…
- İstanbul’a dair
- Ne Kadar Güzel Bir Şey Şu “Hayal Kurmak…”
- Doğan Kuban’ın anısına… “İstanbul’un tarihi mirası baygın…”
Direnişin 700 Haftalık İstasyonu: Haydarpaşa
Ahmet Erkan – Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi
Haydarpaşa Garı, yalnızca bir tren istasyonu değildir. Burası halkın belleğinde, emeğin, göçün, direnişin ve kavuşmanın mekânıdır. Anadolu’nun yoksul çocuklarının üniversite hayalleriyle, iş bulma ümidiyle ya da doğduğu topraklara dönme sevinciyle vardığı ya da ayrıldığı toplumsal belleğimizde yer tutan önemli bir duraktır. Ancak bu tarihsel ve toplumsal değeri olan kültür varlığımız, son yirmi yılda ağır bir tehdit altına girmiştir. Çünkü AKP iktidarının kent ve kültür politikaları, kamu yararını değil sermaye birikimini esas almakta; tarihsel mirası korumak yerine yok etmeyi tercih etmektedir.
2010 yılında Haydarpaşa Garı’nda çıkan yangın tesadüf olmadığını düşünenlerden biriyim. Bu ülkede tarihi yapıların “kendiliğinden” yanması, “ihmal sonucu” harap olması, “planlama gereği” işlevsizleştirilip çürümeye terk edilmesi bir yönetim anlayışının sonucudur. Süleymaniye’den Fener-Balat’a, Tarlabaşı’ndan Emek Sineması’na kadar AKP’nin kültürel ve tarihsel mirasa yönelik politikası; açıkça bir yok etme ve çıkar amaçlı dönüştürme iradesidir.
Haydarpaşa’nın başına gelen de tam olarak budur. 2010’daki yangınla başlayan süreçte, gar ve çevresi bilinçli biçimde işlevsizleştirilmiş, tren seferleri durdurulmuş, yapı metruk hale getirilmiş “Restorasyon” adı altında yürütülen süreç kamuoyundan ve meslek örgütlerinden gizlenerek, yapının geleceği sermayenin insafına bırakılmıştır. Bu yangın, bir kaza değil; sistemli bir rant operasyonunun ilk adımıdır.
AKP iktidarının şehircilik anlayışı, kentin tarihsel kimliğini ve kültürel dokusunu yıkarak yerine AVM’ler, oteller, rezidanslar ve “mega projeler” dikmek üzerine kuruludur. Bu anlayışın temelinde; toplumsal hafızayı silmek, halkın mekânsal aidiyetlerini yok etmek ve geçmişle kurduğu bağları koparmak vardır. Çünkü tarihine yabancılaştırılan halk, KENDİ geleceğine hükmedemez, mücadele direncini yitirir, haklarını savunamaz.
Haydarpaşa Garı ve çevresi için defalarca hazırlanan projeler, işte bu ideolojik saldırının bir parçasıdır. Otel, alışveriş merkezi ve kruvaziyer limanı gibi rant projeleriyle Haydarpaşa’nın kamusal, halkçı, tarihsel karakteri yok edilmek istenmiştir. Mimarlar Odası’nın da içinde yer aldığı Haydarpaşa Dayanışması’nın ve ilgili meslek odalarının tüm uyarılarına rağmen bu projeler ısrarla gündeme getirilmiş; halkın, meslek insanlarının, bilim çevrelerinin görüşleri yok sayılmıştır.
700 Hafta Boyunca Görmezden Gelinen Mücadele
Tam yedi yüz haftadır Haydarpaşa Dayanışması, her pazar günü o merdivenlerde buluşuyor. Yağmurda, karda, pandemide, baskı ortamında… Hiç vaz geçmeden, inatla ve ısrarla. Bu sadece simgesel bir eylem değil, halkın mekâna, tarihe, kente sahip çıkma iradesidir. Neoliberal talana karşı kolektif bir kent savunusudur.
Ancak bu direniş, iktidar tarafından görmezden gelinmekte, medyada sansürlenmekte, bürokrasi tarafından itibarsızlaştırılmak istenmektedir. Oysa yedi yüz hafta süren bir halk mücadelesini yok saymak, bir yönetimin halkın sesine karşı duyarsızlığının değil, açıkça düşmanlığının göstergesidir. Bu, halkla değil; rantla, sermayeyle kurulan kirli bir bağın sonucudur.
Mimarlar Odası’nın, Haydarpaşa Dayanışması’nın ve on binlerce gönüllü yurttaşın on dört yılı aşkın süredir sürdürdüğü bu mücadele; sadece bir gar binasını değil, bir yaşam biçimini, kamusal olanı, halkın kolektif mülkiyetini savunmaktadır. Bu direniş göstermiştir ki: Uzmanlık bilgisi belli bir zümrenin tekelinde çıkarak, halkla buluştuğunda bir yapı, salt fiziksel bir nesne olmaktan çıkar; direnişin simgesine dönüşür. Bugün Haydarpaşa, sermayeye karşı halkın ördüğü bir barikattır.
Yerel Yönetimler: Seyirci Değil, Taraf Olmalıdır
Kent yağması yalnızca merkezi iktidarın politikalarıyla değil; kimi zaman yerel yönetimlerin sessizliği, kimi zaman da açık ya da örtük onayıyla derinleşmektedir. Oysa yerel yönetimler, halkın iradesini temsil etmekle yükümlüdür. Temsil ettikleri halkın tarihsel ve mekânsal belleğine, kültürel varlıklarına, kamusal alanlarına karşı sorumluluk taşırlar. Bu sorumluluk yalnızca “imar planları yapmak” değil; kentsel yıkımlara karşı açık politik bir duruş sergilemeyi, kent suçlarına ortak olmamayı ve rant projelerine karşı halktan ve hakikatten yana saf tutmayı gerektirir.
Haydarpaşa örneğinde olduğu gibi, bir kentin tarihsel dokusu tehdit altındayken; yerel yönetimlerin meslek odalarıyla, sivil toplum örgütleriyle, bilim insanlarıyla ve halkla birlikte mücadele etmesi zorunludur. Çünkü kent; sadece belediye meclislerinde alınan kararlarla yönetilen barınma vb. gibi ihtiyaçları karşılayan yaşam alanlarından ibaret değildir. Kent, halkın kolektif yaşam alanıdır. Bu alanlara yönelen her saldırı karşısında susmak; halkın iradesine ve hafızasına karşı işlenmiş bir suçtur.
Kent suçlarına karşı durmak yalnızca bir “iyi yönetim” meselesi değil, aynı zamanda ahlaki ve tarihsel bir sorumluluktur. Yerel yönetimler ya bu sorumluluğun gereğini yerine getirip halkın yanında duracak ya da tarihin onları da rant politikalarının birer parçası olarak yazmasına razı olacaklardır.
Yerel yönetimlerin merkezi iktidarın baskılarından ve sermaye çevrelerinin kuşatmasından kurtulmasının yolu; halkla kurduğu ilişkiyi güçlendirmekten, katılımcı ve demokratik bir işleyişi gerçek anlamda hayata geçirmekten geçer. Halkı yalnızca seçimlerde oy veren bir kitle olarak gören, karar alma süreçlerinden dışlayan, planlamayı teknik bürolara, uygulamayı müteahhitlere teslim eden anlayışlar; er ya da geç halktan kopar, meşruiyetini yitirir.
Oysa kamucu ve halkçı bir yerel yönetim anlayışı; mahalle meclislerini, halk forumlarını, meslek odalarını ve yerel inisiyatifleri yalnızca dinlemekle kalmaz, birlikte üretimin asli bileşenleri haline getirir. Planlar kapalı kapılar ardında değil; halkla birlikte, açıkça, şeffafça tartışılarak hazırlanır. Kentin geleceği, akademik bilgiyle halkın bilgeliğini buluşturan ortak aklın ürünü olur.
Bu anlayış, hem halkın yönetime katılma iradesini güçlendirir hem de yerel yönetimi iktidarın vesayetinden, sermayenin baskısından koruyacak en güçlü toplumsal zırhı inşa eder.
Haydarpaşa direnişi tam da bu ihtiyacın altını çizmektedir. Çünkü Haydarpaşa’nın merdivenlerinde yedi yüz haftadır oturanlar, yalnızca bir binayı değil; birlikte üretme ve birlikte yönetme hakkını da savunmaktadır. Bu ses yalnızca geçmişe değil, geleceğe de çağrıdır. Kent rantına ve anti-demokratik uygulamalara karşı çıkan her birey, kurum, yerel yönetim ve siyasi partiler bu mücadelenin başarısını önemsemeli ve Haydarpaşa’nın gar kalması için, gerekli dayanışmayı göstermelidir.
Haydarpaşa halkındır. Ve Haydarpaşa’nın geleceği, sermayenin değil; halkın elleriyle, halkın ihtiyaçlarına göre inşa edilmelidir. Gar binası, rayları, limanı ve çevresindeki yeşil alanlarıyla bir bütün olarak korunmalı; kent halkının kullanımına açık bir kültür, ulaşım ve hafıza merkezi olarak varlığını sürdürmelidir. Bunu sağlamak hem kamusal bir görev ve sorumluluk hem de onurlu bir yurttaş olmanın gereğidir.
AKP’nin yürüttüğü sistematik tarih ve kent düşmanlığına karşı Haydarpaşa’daki direniş, bu ülkenin vicdanıdır. Tıpkı Gezi Parkı gibi, Hasankeyf gibi, Emek Sineması gibi… Haydarpaşa da bir eşiği temsil eder. Ve o eşiği korumak; hem geçmişimize hem geleceğimize sahip çıkmak demektir.
Bugün Haydarpaşa Dayanışması’nın çatısı altında süren mücadele, yarının kentini halkla birlikte kuracak iradenin ete kemiğe bürünmüş halidir. Ve biz o iradenin bir parçası olmaktan onur duyuyoruz.
Çünkü Haydarpaşa halkındır, halkın kalacaktır!
Çünkü biz buradayız, 700 haftadır, inadına, yeniden, hep birlikte:
“Haydarpaşa gardır, gar kalacak!”