Prof. Dr. Cevat Erder Anısına 8. Ulusal Mimari Koruma Proje ve Uygulamaları Sempozyumu Sonuç Bildirgesi

Yazar- MO İstanbul 19 Haziran 2025 Perşembe

Mimarlar Odası olarak; kültürel varlıkların korunması ve geliştirilmesi, kültür mirasını oluşturan yapı ve yapı gruplarının bilimsel ölçütler gözetilerek onarılması ve günlük yaşamımıza katılması süreçlerinin değerlendirilmesi amacıyla 2010 yılından bugüne ulusal ölçekte düzenlenen Mimari Koruma Proje ve Uygulamaları Sempozyumunun sekizincisi 23-24 Mayıs 2025 tarihlerinde Türkan Saylan Kültür Merkezi İstanbul’da gerçekleştirildi.

Etkinlik 25 Eylül 2022 tarihinde yitirdiğimiz; Türkiye’de mimari koruma alanında lisansüstü eğitimin kurulmasında öncü bir kimlik olan; tarihi çevre ve kültür varlıklarının korunması konusunda ufuk açıcı yayınlarıyla genç kuşaklara yol göstermiş, ilham olmuş, ICCROM gibi uluslararası kurumlarda yöneticilik yaparak kültür varlıklarının korunması konusundaki engin deneyimini küresel ölçekte bilim dünyasıyla paylaşmış olan Prof. Dr. Cevat Erder anısına düzenlendi.

Yakın dönemde koruma politikalarında getirilen değişikliklerin, mimari restorasyon alanında üretilen proje ve uygulamaların ve bu süreçlerde yaşanan sorunların, özgün işlevi devam eden ya da yeni işlevlendirme önerilmiş koruma projeleri ile arkeolojik alanlar için üretilmiş proje ve uygulamaların, mevzuat değişikliklerinin, ilke kararlarının, koruma kurulu kararlarının ve KUDEB uygulamalarının ele alındığı etkinlikte yapılan değerlendirmeler ışığında; ülkemizde kültür varlıklarının koruma sorunları ve çözüm önerileri hakkında kamuoyunun bilgilendirilmesi amacıyla sonuç bildirgesi hazırlanmıştır.

ÜLKEMİZİN KÜLTÜR VARLIKLARININ KORUNMASI ve YAŞATILMASI İÇİN AÇIK ÇAĞRI

TMMOB Mimarlar Odası ülkemizin tüm kültür varlıklarının, tarihi kentsel ve kırsal çevrelerinin korunması için kararlı mücadelesini sürdürecektir. 1983 yılında çıkartılan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu dönemi için oldukça gelişkin bir yasa olmakla birlikte, 42 yıllık süreçte pek çok ek madde ve düzenlemeye karşın günümüzün çağdaş koruma yaklaşımını sağlamakta yetersiz kalmaktadır.

Ülkemizin kentten, köye, kıra, meraya, ormana tüm coğrafyasında şiddetli bir kültür ve doğa talanı yaşanmaktadır. Madencilik, baraj, sulama göleti, termik santral, rüzgar elektrik santrali (RES), otoyol, demiryolu gibi doğaya kalıcı ve büyük etki oluşturan projeler, ya ilgili makamlarca Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporuna gerek görülmeden, ya da niteliksiz raporlarla hızla uygulamaya sokulmaktadır. Ülke ekonomisine katma değer oluşturması beklenen bu büyük bayındırlık projeleri öncesinde gerekli ve yeterli bilimsel araştırma yapılmaması, projelerin kültür ve doğa varlıklarına yönelik olası tehditler ortaya konulmadan hazırlanması ve uygulanması, ülkemiz topraklarını kimliksiz, tanımsız, kültürsüz bir talan coğrafyasına dönüştürmektedir.

Oysa Türkiye’nin de üyesi bulunduğu Avrupa Konseyi, 1995 yılında tüm üye ülkelerin belirlenen uluslararası standartlara uygun şekilde “Ulusal Kültür Envanteri”ni tamamlaması gerektiğini tavsiye ederken; kültür varlıklarının bizi birey ve toplum olarak biçimlendiren tarihin vazgeçilmez kanıtları olduğunu belirtmiştir. Bir kültür varlığı ister çok uzak geçmişten, ister çok yakın dönemden bugüne ulaşmış olsun, bizim nasıl şu anda burada, bu koşullarda bulunduğumuzu açıklar. Bu varlıkların korunması ve yaşatılması bir ulusun, bölgenin, ya da yerel kimliğin özgünlüğünü ve farklılığını ortaya koymaktadır. Ancak kültür varlıkları kırılgan bir mirastır ve bu varlıkların anlaşılması ve korunması, “özgürlüğün” korunması gibi sonsuz bir duyarlılık gerektirmektedir.

Bir ülkenin sahip olduğu tüm arkeolojik ve mimarlık mirasının kayıt altına alınarak “Ulusal Kültür Envanteri”nin oluşturulması kültür varlıklarının korunmasında ilk adımı oluşturur. Bu nedenle Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’nın günümüz koşullarına uygun kapsayıcı ve bütünlüklü korumayı sağlayacak düzeye getirilmesi zorunludur.

Bunun için tescil bağlamında;

  • Yasada belirlenen ve ilgili yönetmeliklerle açıklanan “tescil” kavramının içeriğinin ve anlamının geliştirilmesi gerekir; bir yapının ya da yapılı çevrenin “kültür varlığı” ya da “sit” olarak tanımlanmasına yönelik ölçütler günümüzde evrensel ölçekte kabul gören kültür varlığı tanımına uygun olarak ve ülkemizin kendine özgü değerlerini gözeterek geliştirilmelidir.
  • Bu kapsamda Cumhuriyet dönemi mimarlık mirası ve kırsal mimarlık mirası da zaman ölçeğinden bağımsız kendine özgü değerleri tanımlanarak rahatlıkla tescil edilebilir duruma getirilmelidir.
  • Sit alanı türleri geliştirilerek, kırsal yerleşimler “kırsal sit” olarak tanımlanıp, tescil edilmelidir.
  • Türkiye’nin en kırılgan miras konusu olan kırsal mimarlık mirasının tescillenerek, korunması ve yaşatılması için bu mirası tek yapı ve sit ölçeğinde korumayı teşvik edici, kolaylaştırıcı bütüncül politikalar oluşturulmalıdır.
  • Yasaya “kültürel peyzaj” terimi ve tescili girmeli, böylelikle kültürel ve onunla ilişkili doğal çevrenin bütünlüklü olarak korunması sağlanmalıdır.
  • Arkeolojik alanların korunması için Türkiye’nin de 1999 yılında imza atarak mevzuatına aldığı Arkeolojik Mirasın Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi her koşulda uygulanmalı; tüm bayındırlık projeleri öncesinde yalnız tescilli arkeolojik alanlara yönelik bir raporlama ile yetinilmemeli, inşaat sahası olması planlanan tüm araziler için arkeolojik araştırma yapılarak gerekli yerlerde tescil uygulamaları gerçekleştirilmelidir.

Tarihi yapılar ve yerleşimler, ancak evrensel koruma ilkeleri çerçevesinde, özgün nitelikleri gözetilerek korunabilirse “kültür varlığı değer”lerini sürdürebilirler. Bu nedenle kültür varlıklarının korunmasında ikinci adımı koruma, onarım ve restorasyon işlerinin bilimsel ölçütler çerçevesinde, nitelikli şekilde gerçekleştirilmesi oluşturur. Ülkemizde son yıllarda çok sayıda restorasyon işi yapılmakla birlikte, pek çok uygulama gerek kuramsal yaklaşım olarak gerek restorasyon proje ve uygulama kalitesi açısından sorunludur.

Bunun için eğitim alanında;

  • Restorasyon alanında yüksek lisans eğitimi özendirilerek, koruma alanında uzmanlaşmış mimar sayısı arttırılmadır.
  • Restorasyon alanında çalışacak usta yetiştirmeye yönelik sertifikalı eğitim programları geliştirilmelidir.

Bunun için kurumlar bağlamında;

  • Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurullarının ve Yüksek Kurul’un yapısı yeniden düzenlenmelidir. Koruma kurulları;
  • Özerk olmalı
  • Üyeleri temel koruma eğitimi almış olmalı
  • Tüm kurul kararları yayınlanmalı, toplum tarafından ulaşılır olmalı
  • Ülke sathında sistematik olarak mimari ve arkeolojik kültür varlığı taraması yapılarak “Türkiye Ulusal Kültür Envanteri” oluşturulmalı; gerekli tesciller yapılmalıdır.

Koruma Bölge Kurullarının gündemleri ilgili Mimarlar Odası şubeleri ile paylaşılmalı ve meslek odamızın belirleyeceği temsilcilerin toplantılara gözlemci üye olarak katılması sağlanmalıdır.

  • Koruma Uygulama ve Denetim Büroları’nın (KUDEB) geliştirilerek ve yetkisi arttırılarak, yerelde hızlı müdahale edebilmesi ve tarihi yapıların korunmasının sağlanması gerekir.

Özellikle şahıs mülkü olan tarihi yapıların ekonomik nedenlerle bakım, onarım ve restorasyon işlerinin gerçekleştirilememesi, tarihi çevrelerde büyük kayıplara neden olmaktadır. KUDEB’lerin uzman desteği vererek ve ekonomik katkı oluşturarak yurttaşların yapılarının korunması ve yaşatılmasına yardımcı olması gerekir.
Bunun için;

  • Özellikle ilçe belediyeleri bünyesinde KUDEB’lerin kurulması teşvik edilerek tarihi yapı sahiplerine yerelde hızla destek olunması sağlanmalıdır.

TMMOB Mimarlar Odası kültür ve doğa varlıklarının saptanması ve korunması konusunda mimarların ve duyarlı kesimlerin farkındalığının geliştirilmesi için kurulduğu günden bu yana 70 yıldır sürdürdüğü çalışmalarına devam edecek; korumanın tüm aktör ve paydaşlarının kararlarının ve uygulamalarının takipçisi olacaktır.

TMMOB MİMARLAR ODASI
MERKEZ YÖNETİM KURULU

Yazar- MO İstanbul 19 Haziran 2025 Perşembe