Bilimi ve Tekniği Reddetmekten Derhal Vazgeçin!

Yazar- MO İstanbul 7 Şubat 2019 Perşembe

Basına ve Kamuoyuna,

6 Şubat 2019 Çarşamba günü İstanbul’un Kartal İlçesi, Orhantepe Mahallesi, Sema Sokak’ta bulunan; 1 bodrum, 1 zemin ve 7 normal kattan oluşan bir binada meydana gelen çökme sonucu resmi açıklamalara göre 13 canımız yaralanmış, 11 canımız ise hayatını kaybetmiştir.  Politik ve ekonomik rantı, çevre ve insan sağlığına tercih eden anlayışlar ile ihmal, cehalet ve denetimsizliğin birleşiminden ortaya çıkan bu facia neticesinde hayatını kaybeden vatandaşlarımızın ailelerine başsağlığı, yaralanan vatandaşlarımıza ve bina sakinlerine geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor ve kayıplarımızın daha fazla artmamasını diliyoruz.

Fotoğraf: Emine Coşkun

Konuya ilişkin, TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Kartal Bölge Temsilciliğimiz yetkilileri tarafından olay anından hemen sonra yerinde yapılan gözlemler ve görüşmeler sonucunda;

  • Yapının 1992 yılında 5 katlı olarak yapı ruhsatına sahip olduğu ve son 3 katın ruhsatsız olarak inşa edildiği,
  • Yapının iskânının olmadığı, zemin katında da çalışma ruhsatı olmayan hazır giyim atölyesinin bulunduğu, bodrum katında da daha önceleri marangoz atölyesinin yer aldığı,
  • Nüfus müdürlüğünün kayıtlarına göre binada 43 kişinin ikamet ettiği, 1999 depreminden sonra yapının taşıyıcı sistemlerinde çatlaklar oluştuğu ve bu çatlakların sıva ile kapatıldığı,
  • Yapının çökme saatinden yaklaşık 1,5 saat önce binada bir gürültü ile çatlaklar oluştuğu ve zemin katta atölyede çalışanların dışarıya çıktığı ancak bir süre sonra tekrar yapı içine girmiş oldukları,
  • Binanın çökmesinden önce herhangi bir patlama olmadığı,
  • Bina ıslak hacimleri içindeki fayans kaplamaların kabardığı ve taşıyıcı sistemlerde çatlakların bulunduğu,
  • Yıkılan binanın yanında bulunan ve yapının çökmesi sırasında taşıyıcı sistemlerinde hasar oluşan 8 katlı, 18 daireli bir apartmanın da mühürlenerek boşaltıldığı, gece saatlerinden sonra aynı bölgede aynı gerekçe ile toplam 7 yapının daha boşaltıldığı,
  • Ayrıca göçük üzerinde yapılan ilk gözlemler sonucu, 1999 Marmara Depreminde bütün göçen binalarda rastladığımız betonarme detay, sistem ve malzeme hatalarının (etriye sıklığı, beton ve inşaat demiri kalitesi ve buna bağlı korozyon vb.) bulunduğu ve binanın düşey taşıyıcı sisteminin taşıma kapasiteni yitirdiği tespit edilmiştir.

Bir başka can yakıcı tespitimiz ise, yapının çökmesinden hemen sonra afet yönetiminin yetersiz olmasıdır. Zira alan içinde yaşanan kargaşa ve yaratılan panik, kurumlar arası diyalog ve disiplinin olmaması, bölgedeki ana ulaşım yollarında uzun süre akıcılığın sağlanamaması, çöken binanın hemen karşısında boş olan parsel ve yol genişliğinin yeterli olmasına rağmen kurtarma çalışmalarındaki düzenin ilk iki saatte gerekli şekilde yapılamadığı gibi hususlar afet yönetiminin yetersizliğini açıkça göstermektedir.

Fotoğraf: Osman Güdü

 

Facia sonrası yaşananlar, 1999 Marmara depreminin üzerinden geçen 20 yıla rağmen afet yönetimi konusunda hiçbir gelişme gösterilmemiş olduğunu, gerek idareler gerek toplum nezdinde yeni bir afet anlayışı, yönetimi ve eğitimi seferberliğinin başlatılması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır.

Toplum olarak büyük bedeller ödediğimiz ve yaraları hala kapanmayan 1999 Marmara depreminin ardından, bir doğa olayı olan depremleri afetlere çeviren en önemli nedenin; bilime, tekniğe, doğaya ve çevreye saygılı olmayan, ekonomik ve politik olarak kısa vadeli çıkarları gözeten anlayışlar olduğu ortaya çıkmıştı. Bu bağlamda, TMMOB ve bağlı meslek odaları tarafından ısrarla dile getirilen kaçak yapılaşmayı teşvik eden imar affı politikasından vazgeçilmesi gerektiği sadece uzmanlar ve uzman kuruluşlar tarafından değil, kamu idareleri ve otoriteleri tarafından da kabul edilmiş ve bu konuda nerdeyse yazılı olmayan bir toplumsal mutabakat oluşturulmuştu.

Ancak ne yazık ki ülkemizdeki deprem ve afet olgusu, 1999 Büyük Marmara Depreminden beri yerel ve merkezi yönetimler tarafından “afetlere önlem almak yerine afetleri ekonomik fırsata çevirmek” olarak özetleyebileceğimiz bir şekilde, kentsel rant ve bütçeye gelir kaynağı olarak ele alınmıştır.  Bu amaçla çıkarılan imar aflarının ise sağlıklı ve güvenli yerleşim alanlarının elde edilebilmesi konusunda en büyük engeli teşkil ettiği, özellikle seçim zamanları çıkacak imar affı beklentisinin kaçak yapılaşmayı teşvik ettiği bilinmektedir.

Ne yazık ki yakın zamanda da, ülkenin defalarca içine düşürüldüğü imar affı tuzağı, bu kez imar barışı adı altında ve yine bir seçim öncesinde, ancak bu kez diğer af yasalarında rastlanmayan ölçüde geniş bir kapsamı içererek gündeme gelmiş ve yasanın devamında çıkarılan tebliğlerle de bu kapsam daha da genişletilmiştir. Odamız tarafından iptali amacıyla yargıya taşınan ve başta İstanbul’daki tüm yerel yönetimler ile birlikte merkezi yönetimlere de uyarı yazıları gönderilen bu imar affı ile, “ülkedeki tüm yapıların fen ve sağlık şartlarına uygun olması devletin yükümlülüğü altındadır ve bu yükümlülük devredilemez” hükmü, Anayasaya ve diğer kanunlara aykırı olarak yapı maliklerine devredilebilmiştir. Nitekim bugün hepimizi derinden üzen Kartal Faciasına konu olan yapı içinde imar barışı için başvuru yapıldığı bilinmektedir…

Sonuç olarak, Kartal’da yaşanan facianın bundan sonra yaşanabilecekler hakkında bir uyarı olarak kabul edilip; çevreyi, kenti ve tüm canlıların hayatını tehlikeye atan, bilime ve tekniğe aykırı planlama ve imar uygulamalarından vazgeçilmesi ve imar barışı yasasının derhal iptal edilmesi gerektiğini bir kez daha önemle vurguluyoruz.

Saygılarımızla

Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi

 

Yazar- MO İstanbul 7 Şubat 2019 Perşembe